bugün

entry'ler (438)

yaş 70 olunca hacca giden samimi müslüman

parayla saadeti bulamayınca ibadeti denemeye karar vermiş dededir.

sözlük yazarlarının favori çikolataları

biscolata tabii ki de.

sınav kağıdında hocaya not yazmak

kağıdın başına yusuf suresini yazanlar var. artık "5 puan lazım hocam" mesajları gibi açık olmayan gün geçtikçe öğretmenlerin işini zorlaştıran öğrenci eylemi.

öğretmenlerin 1 yılda 6 ay tatil yapması

bunun 2 yılda 12 ay tatil yapanı var.
bazılarını rahatsız eden durum.
keşke daha fazla tatil olsaydı.

söykü dergisi 2013 antolojisi

bir çok insanın emeğini, sabrını ve sevgisini kattığı bir antoloji.
buna ortak olanların şanslı olduğunu düşünüyorum insanların "hiç bir şey" yapmak yerine en az "bir şey" yaptığının somut delili olan söykü dergisi 2013 antolojisinde
emeği geçen, destekleyen, eleştirip yanlışlarımızı görmemizi sağlayan ve daha da ilerlememize neden olan herkese söykü adına teşekkür ederim.

söykü dergisi sayı 22 mum

soluk hissiyat ... dendromys

yazar, öyküsünde içsel bir yolculuğa hazırlanan kahramanın ağzından duygularının tasvirini yaptıktan sonra "şarap, mum, kitap" gibi bazı somut motiflerle de desteklemiş.
kısacık bir öykü olan soluk hissiyat hangi nedenle, hangi koşullarda ve hangi çözümlerle duygularına yaklaştığını anlatmasa da yaşadığı duyguların derinliğini okuyucuya hisettirmekte başarılı olmuştur; yalnız “ yada, nerde ki, bende, birde” gibi kelimelerin hatalı olması okuyucuyu yazarın çok özenmediği hissiyle dolduruyor. dil kurallarına özen göstermek öykünün okunmasını daha da kolay hale getirecektir.
Yazarın ellerine sağlık.

söykü dergisi sayı 23 kibrit

görsel

cennetten düşen elma

http://youtu.be/Z7b37l_B4vI

Oh - thinkin' about all our younger years
There was only you and me
We were young and wild and free

Now nothin' can take you away from me
We bin down that road before
But that's over now
You keep me comin' back for more

Baby you're all that I want
When you're lyin' here in my arms
I'm findin' it hard to believe
We're in heaven
And love is all that I need
And I found it there in your heart
It isn't too hard to see
We're in heaven

Oh - once in your life you find someone
Who will turn your world around
Bring you up when you're feelin' down

Ya - nothin' could change what you mean to me
Oh there's lots that I could say
But just hold me now
Cause our love will light the way

N' baby you're all that I want
When you're lyin' here in my arms
I'm findin' it hard to believe
We're in heaven
And love is all that I need
And I found it there in your heart
It isn't too hard to see
We're in heaven

I've bin waitin' for so long
For something to arrive
For love to come along

Now our dreams are comin' true
Through the good times and the bad
Ya - I'll be standin' there by you

cennetten düşen elma

kaderlerinin çoktan yazıldığına inananlar kaderlerinin hangi türde yazıldığını hiç düşündüler mi? Ya kader dediğimiz tanrının şiirinden başka bir şey değilse ve biz bu şiirin ayrı ayrı mısralarında yaşayıp bir aşkın tasvirinde rol alıyorsak? işte o zaman yaratılış çok anlamlı olurdu.

***

Kıpkırmızı elmayı iştahla ısıran kadın Adem’in tuhaf kıpırdanmasından sıkıldığını fark etti;
“ne? Ne var?”
“elmayı görünce canım sıkılıyor!”

kendini tutamayıp kadının yemekte olduğu elmadan kafasını çıkartan elma kurdu;

“elmanın cennette yasak olup burada serbest olması çok garip değil mi?”

Kadın alaycı kurtçuğu elmadan çıkarıp kayanın üstüne bırakırken bir yandan da merakla Adem’i süzüyordu.

“sadece bu saçma meyve yüzünden Havva’dan ayrıldığımın hatırlatılması canımı sıkıyor.”

Birden çıkagelen bu cennet canlısının düşüncesiz sözlerinin kadını üzmesine katlanamayan kurtçuk yine kendini tutamadı ;
“Havva’dan ayrılmak mı cennetten kovulmak mı daha sıkıcı?”
“ sen soru sormak için mi yaratıldın küçük gereksiz elma sevicisi?”

ilk kadın bu atışmadan rahatsız olmuştu, çünkü bir anda, ona arkadaşlık eden elma kurdu ve sevdiği adam arasında kalmıştı.
" tanrı size kıyamaz, tekrar cennetine davet eder.”
“haklısın, umarım uzun sürmez.”

***
"Ahh güzel kadın bilmezsin ki sadece sana kıyamam! senin en sevdiğin ve benim özenerek yetiştirdiğim meyveyi gözünü kırpmadan yedikleri için kovuldular! affedilmeleri ancak senin merhametin sayesinde gerçekleşecek! " diye karşılık verdi tanrı, sessizce ve çok uzaklardan...
***

“beni çok sevdiğin günleri özlüyorum, o zamanları hatırlıyor musun?”
“o zaman Tanrı öyle istemişti ve öyle olmuştu.”
“ne kadar itaatkarsın. gitmek için sabırsızlanıyorsun...”
“evet… eğer... istersen sen de bizimle gelebilirsin?”
“her şeye rağmen mi?”
“sorun olacağını düşünmüyorum... çünkü... bilirsin, Havva senin gibi değil”

Kadın kalbinin birden kanatlanıp uçmasından korktu ve ağzını sıkıca kapadı çünkü cennetteyken, Adem’i Havva’yı öperken gördüğünde kalbini göğsünde tutamamış günlerce onu aramak zorunda kalmıştı.

Adem’in bu ıssız yere gelişini kendisini görmek için özel bir çaba olarak düşünmüş olsa da gelişinin kendisiyle hiç ilgisi olmadığını fark etmesi uzun sürmedi. o Havva’yı seviyordu, ya da artık kendisini sevmiyordu. Adem’in kaburgasından yapılmış, uysal bir kadın olan Havva ve kendinden önce yaratılmış üstüne asi bir kadın olan kendisi arasında kalıp havva'yı tercih etmesini normal karşılamalıydı ama yapamıyordu. tek bir seçenekle kendisini kolayca unutan Adem’i anlamak zordu ya da Tanrının bu kadını yaratmayı uygun görmesi anlamsızdı, Tanrı gerçekten Adem’i kendisinden koparabilecek mükemmel bir plan yapmıştı fakat neden yaptığı hakkında hiç bir fikri yoktu, bildiği tek şey kutsal yaratıcının sinsi ve acımasız olmasıydı, belki de şuan zevkle onları izliyordu, madem öyle o da direnecekti, en saf meleklerin bile içine kurt düşürecek kadar kararlıydı-Tanrıya meydan okumaktan korkmuyordu.

Kadın bunları düşünürken Ademse ilk kadına hasretle bakıyordu, bundan hoşnut olmasa da onu seviyordu ama bu kadınla Tanrının planları asla yürümezdi. "Neden", "niçin" sorularını durmadan tekrarlayan, kendi iradesinden başka iradeye itimat etmeyen bu dik kafalı kadın ilginç bir projeyi yokuşa sürüp önünü tıkayabilirdi. Bu yüzden sevgili Tanrısı onun için en uygun kadını yaratmıştı. Bu haliyle elinde "starbucks" kahvesiyle işine “en erken gelen ünvan”ını yitirmek istemeyen ve yükselmek için iş arkadaşlarıyla kıyasıya mücadele eden torunlarının torunlarının torunlarının... çok ilerki torunlarına benziyordu.

O esna da rüzgarın uğultusu ve nehrin akıntı sesi birbirine karışmış boğuk ama yaklaştıkça anlaşılması mümkün olabilecek bir sese dönüşmeye başlamıştı, sadece bu sesi harflendirip anlamlandıracak bir kişi lazımdı;

“dinle bi uğultu var.”
“Elçi geliyor olmalı”
“neden geliyor acaba?”
“belki de sevgili Tanrın arkadaş bile olmamızı istemiyordur.”
“neden böyle davransın ki?”
“fazla aciz olmalıyız, pişman olmalıyız…”
“açıkçası ben pişmanım!”
“ben değilim.”
“o zaman hep burda kalacaksın?”
“cennette görmek istemeyeceğim şeyler olabilir.”
***
kadın, tanrının plan defterinde havva'nın adını gördüğü ilk günden itibaren bu fikre karşı çıkmıştı, üstelik Adem'in kaburgasından yaratılacak bir insan normal olamazdı ve bu süreçte adem çok acı çekebilirdi. Baş melek kaburga işinin kafaya takılmaması gereken bir deney olduğunu ve bu şekilde yaratılacak yeni kadının emeklerinin karşılığına değecek bir ürün olduğunu söyleyerek onu yatıştırmaya çalışmıştı.

Adem'e gelince ne kadar korkuyor olsa da tanrıya asla karşı çıkmayı düşünmemişti. ayrıca bunun büyük bir fedakarlık ve görev olduğunun da farkındaydı. kadının ısrarlarına rağmen havva ilginç bir yol denenerek yaratılmıştı.

ilk kadın, Tanrının neden böyle bir şeye ihtiyaç duyduğunu bir türlü anlayamadı, kabullenemedi... isyanından dolayı ufak tefek cezalar aldığı halde yılmadı ceza aldıkça daha da hırçınlaştı. Önüne gelene içini döküyordu; şaraptan nehirlerde yüzen balıklara, amaçsızca dolaşıp meleklerle oynaşan rüzgarlara hatta Tanrının projesi gereği Adem’in tohumlarını taşlaması için harıl harıl hazırlanan Ebabil kuşlarına bile anlatıyor, Adem’in, Şeytanın ve Baş meleklerin kafasını karıştırıyordu. O kadar kızgındı ki bir cennet gününde Havva’yı gelecek nesiller için hazırlanan cehennem adındaki korkunç yere götürmüş ona henüz doğmamış olan çocuklarının ve torunlarının büyük bir kısmının burada işkence göreceğini söyleyip Havva’yı dehşete düşürmüştü.

Havva’nın griye çalan rengi korkudan siyaha dönmüş böylece grinin tonlarındaki cennete yeni bir renk daha eklenmişti. Tanrı “ ilk kadın”ın sakinleşmesini bekliyor, yaptıklarına göz yumuyordu. Niyeti kadını kendisine düşman etmek değil aksine adem’den nefret ettirmekti, o sadece Adem’in ondan vazgeçeceği uygun ortamı hazırlamıştı, iradesine karışmamıştı.

Kadının öfkesi o kadar büyüktü ki olanları etraflıca anlamak yerine sadece yeni kadının yaratılmasına önayak olanlara düşmanlık besliyordu. Tanrı ve Baş Melek cennette kadının acımasız ithamlarıyla yargılanıyordu. Derken kadın ipleri koparan o cümleleri sarf etmişti; “defterine önceden kaydettiğin suçları işlediğimiz için bize ceza vermen aptalca, her davranışımızın sorumlusu sensin!” o defter dediği bir suç defteri değildi; ilerde insanların adına kader diyecekleri ilk kadınınsa ısrarla acımasız planlarla dolu olduğunu iddia ettiği aslında tanrının ona olan aşkını anlatan bir şiir defteriydi...

onun için en güzel isim seçilene kadar ilk kadın diye bilinen bu kadın tanrının en yakın arkadaşıydı. projelerini ilk ona duyurmuştu ve onu yanlış anlayıp hem sırlarını yaymıştı hem de haksızca yaygaraya devam ediyordu. Kadın sözlerini arsızca yineliyordu; “defterine önceden kaydettiğin suçları işlediğimiz için bize ceza vermen aptalca, her davranışımızın sorumlusu sensin!” yılmadan aynı cümleyi kelimelerini bile değiştirmeden orda burda kendisine haykırıyordu.

Şeytan da aynı şeyleri düşünmüştü ama üstünde çok durmamıştı. o sırada olanlar biraz kafasını kurcalasa da harıl harıl baş melek ve tanrının ondan rica ettiği işleri yetiştirmekle meşguldü. cennetin ve sonradan yaratılan ve büyük ihtimal deneylerin uygulanacağı gezegeni kontrol etmek, eksikleri saptamak arada tanrıya danışmanlık yapmak gibi bir sürü görevi vardı. ilk kadın sürekli etrafında dolaşınca onu dinlemek ve anlamak zorunda kaldı- Kadını haklı bulmuştu.

işini gücünü bırakıp tanrının yanına gitmiş deneylerin bu şekilde işlenmemesi ve gereğinden fazla deneyin planları alt üst edebileceğini ayrıca ilk kadın da olmak üzere insanların bu kadar şımarmasına izin verilmemesi gerektiğini tanrıya iletmişti. tanrı işine kendini öyle kaptırmıştı ki bi kulağından girip diğerinden çıkıyordu,buna rağmen şeytan görevi gereği sorgulamasına ve tenkitlerine devam ediyordu. en sonunda kadınla beraber tüm cennet sakinlerini toplayıp durumu anlattılar ama bu baş meleğin hiç hoşuna gitmemişti. organize olup tanrıyı zor durumda bırakan şeytana çok kızmış altı üstü bir insan olan bu kadına uyup da kendini alçaltmasına gerek olmadığını söylemişti. aralarında büyük bir gerilim olunca Tanrı şüpheci ve vesveseci Şeytanı henüz yapım aşamasında olan dünya adındaki gezegene yollamak zorunda kaldı, ayrıca sonsuz sükunetle donattığı Havva’yla Adem’in yakınlaşmasını sağlayıp ilk kadının daha da çılgına dönmesine neden oldu.

her şeye rağmen kadının kovulmaması kadını düşündürmüştü, cennette kalıp adem ile havva'nın sevişmelerine şahitlik edemezdi, bu yüzden Cennetten yeni gezegene gidilecek yolu tanrıyla sohbetleri sırasında öğrenen kadın doğrudan hiç bilmediği- her ne kadar karşılaşmaması kendi yararına olacak olan şeytan'ın da bulunduğu- bir yere kaçmayı tercih etti. şeytanla karşılaşmamaya gayret etti çünkü kendisi yüzünden bu yere sürgün edilmişti. bu yüzden tek başına kalmak zorunda olduğunu bilen kadın bu ıssız ve bir o kadar da renkli yere alışmak için kolları sıvadı.

yanlışlıkla güzel bir şey yapan Tanrı bu renkleri yorucu bulsa da ilk kadın için oldukça eğlenceliydi. Cennetten dünyaya çok şey aktaran Tanrının dünyadan cennete renkleri aktarabileceğini düşünmemiş olmasına şaşırmıştı; kadın “yaşasınlar kendi renksiz alemlerinde bu da onların eksikliği olsun” diye düşündü ve artık dünyayı yeni evi olarak kabullendi.

Tanrı ise onun gidişine ve orda kalışına hiç müdahalede bulunmadı çünkü bu sefer ona çok kırgındı.

***
Cennetten gidenler sadece Şeytan ve ilk kadın değildi. Onların ardından Adem ve Havva da bu göçe katılmak zorunda kaldılar. Adem, Şeytanın kovulmadan önce ona söylediklerini aklından bir türlü çıkaramamıştı; “sen ilk adamsın, ilk insan değilsin! Havva ise alternatif bir doğurgan. ilk kadın başına buyruk olmasaydı, projenin içinde sizin çok fazla yeriniz olmayacaktı, belki de onu affedip sizi bir kenara atabilir.” Adem çok sinirlenmişti ve bir gün Tanrının ilk kadın için özenle yetiştirdiği muhteşem kokulu bir meyvenin hala özenle yetiştirilmeye ve korunmaya devam ettiğini farketti. Şeytan’ın ona söylediklerinde doğruluk payı olabileceğini düşündü ve Tanrının ilk kadın için özenle yetiştirdiği elmayı Havvayla paylaşıp bir lokmada yemişlerdi... sonra da muhteşem rahatlıktaki cennetten henüz tamamlanmamış olan bir gezegene birbirlerini görmemek üzere bir seyahate mecbur kaldılar. Cennetin ne kadar eşsiz ve rahat olduğuna ise dünyadayken karar vermişlerdi.

Adem aklından bu uğursuz anıları kovaladı- yine de Tanrının en önemli projesini başlatacak kişi kendisiydi, bundan emindi.

Adem her ne kadar Havva’yı bulma ümidiyle dünyayı dolaşmaya başlasa da karşısına ilk kadının çıkmasından üzüntü duymamıştı; hislerini öyle iyi koruyordu ki değil ilk kadın Tanrı bile anlayamazdı tabii bir yere kadar çünkü o her şeyi bilirdi... çoğunlukla...

Aniden tok sesli; ışık saça saça gelen Elçi’nin uğultulu sözleriyle irkildiler;

“O artık bir arada olmanızı istemiyor!”
Meleklerin direkt lafa selamsız ve kabaca girişine içerleyen Adem’in aksine kadın umursamaz bir tavırla;
“yani?”
“buradan git.”
“Adem gitsin, ben hep buradaydım.”
“itaat et artık! istese seni yok eder!”
“kendi irademle asla bir yere gitmem, ayrıca neden hala beni yok etmedi? “
“çünkü sen ilk göz ağrısısın, ya da tam olarak buna benzer bi şey. yine de şımarma biliyorsun o da senin kadar gözü kara.”
“biliyorum en çok beni kendine benzettiğini söylerdi.”

Adem duyduklarından hoşlanmamıştı.

“senin uzaklaşman lazım; Adem uzaklaşırsa Havva ile karşılaşabilir.”
“ben gitsem bile yine karşılaşırlar, bence Tanrı bir arada kalmamıza daha fazla dayanamadı ve beni cezalandırmaya devam ediyor.”

Haberci taşıdığı haberden daha fazlasını bilmiyordu, bu yüzden ne evet ne hayır demek yaratılışına uygun olmazdı yalnız hiçbir şey dememek de can sıkıcıydı. En yakın arkadaşı Şeytan’ın kovulmasına neden olan bu küstah kadının cennete dönmemesi için dua etti;

“umarım cennete gelemezsin!”
“alışkın değildim bu yüzden eksikliğini hissetmiyorum!”

Elçi hırsından köpürüyordu;

“insanın neye benzediğini unutacaksın, uygun görürse sadece efendiyi göreceksin, umarım uygun görmez!”
“size göre ceza olan şey benim için bir ödüldür sayın elçi”

***
Sadece kadının zarif gövdesini aydınlatan güneş kadının vücuduna sarılıyor onu sakinleştiriyor ve seviyordu;“yapma artık gör artık gerçek aşkı, lütfen anla!” diye fısıldıyordu ama kadın duymuyordu. bir güneş ne kadar cümle kurabilir ki?

***
“senin yüzünden Şeytan, Adem ve Havva kovuldu!”
“aşkım yüzünden mi?”
“aşkın nasıl bir his olduğunu bilmiyorum fakat çok zararlı olduğundan eminim”
“bunu sadece aşkı yaratan ve yaşayan bilir”

ilk kadın sözlerinde kendini rahatsız eden bir şeyler hissetti sanki kendisi konuşmamış konuşturulmuş gibiydi ama üstünde çok durmadı.

Yine meleğin bilmediği konulara girmişti bu kadınla baş edemiyordu. renkleriyle baş döndüren bu gezegene ve kadına katlanması kolay değildi. neyse ki en kadim dostu Şeytana da mesaj taşırken onunla muhabbetinin devam edeceği fikri onu heveslendiriyor ve rahatlatıyordu-her ne kadar görev odaklı bir halde samimiyet belirtisi olmadan sinir bozucu mesajlarıyla şeytanı çileden çıkarsa da buna değerdi.

“ben mesajımı ilettim, sen bilirsin”

o sırada elçi Adem’e tehtitkar bir bakış atmıştı. Adem onun bakışlarından haberdar değildi çünkü hayranlıkla Elçi’ye kafa tutan kadını izliyordu.

Sadece Adem mi? Tanrı da kadını düşünüyordu, hırsından mum gibi eriyen yalnız kadınını.
ilk kadın onun arkadaşı, eşi olacak tek kişiydi, neyi yanlış yapmıştı da böylesine nefretle dolmuştu diye düşündü. Yaratır yaratmaz ona aşık olmuştu. ilk günden her şeyi geri saracakken ince fikirli Şeytan’ın planlarındaki değişimi sorgulamasından korkup kararından vazgeçememişti, ona kendi elleriyle Adem’i yarattı ama sonra pişman oldu, aşkı baskın gelmişti. Şeytan ne düşünürse düşünsün zaten onu çok düşünmesi ve kendisine muhalefet etmesi için yaratmamış mıydı?

Adem’in kaburgasından bir kadın daha yaratmaya karar vermişti böylece ismini henüz koymadığı ilk kadın onun olacaktı. kadınsa onu yaratanı sevmek yerine onun yarattığını sevmeyi tercih etti, olanlardan sonra da tanrıya küfretti. Oysaki Adem kendi iradesiyle Havva’yı seçmişti-onu gerçekten sevseydi bu oyuna gelmezdi, neden bunu anlamamakta ısrar ediyordu?

“Hele bi’ Havva ve Adem birleşsin! Tohumlarında bu kadının suretini hatırlatacak izlere dikkat edeceğim. Erkek ya da kadın hayata azimle bağlananlar yaratacağım ve bu kadına olan aşkımı onlar üstünden hafifleteceğim…”

Tüm insanlığı tüm projelerini onun adına yarattığını, aşkını ancak kendi kendine keşfederse öğrenebilecekti. Tek hedefi kalmıştı artık; ilk kadını umutla bekliyor aşkını anlamasını ve ona kendiliğinden teslim olmasını istiyordu.

***
Binlerce dünya yılı sonrasında Adem ve Havva aşkını çoğaltıp tohumlarıyla Tanrının onlara hediye ettiği nimetlerin diyetini ödeyip tamamlanması bırakılan bu inşaat halindeki gezegenden cennete döndüler. Dünya fiziksel olarak olmasa da tanrının projeleri için uygundu ve bunun en büyük gözlemcisiyse ilk kadındı. Kadın dünyadaki ölümsüzlükle lanetlenmiş bedenini ve ruhunu her çağa her yöreye adapte edip aynı kararlılıkla Adem’in tohumlarını kendi tohumlarıymış gibi sahiplenip onlara Tanrıyı anlatıyordu, hatta anlattıkları yüzünden bir sürü yalan yanlış mitler oluşmuş yüzlerce yıl bi yandan gerçekleri anlatırken bi yandan da bu yanlış aktarılan kısımları düzeltmeye çalışmıştı. hatta adem'in tohumları dilden dile aktardıkları hikayede kadına lilith adını bile takmışlardı! o isimsizdi ve elbet ismi verilecekti ama adem'in torunları tarafından değil, tanrı tarafından...

***

“isimsiz midir nedir şu kadın hem bu kadar allaha inanıp hem de nasıl oluyor da hiç bir dine inanmıyor oğlum?”
“kafanı bunlarla yorma anne , o sadece hikayeler anlatan yalnız ve yaşlı bir kadın”
“ama çok komik hikayeler anlatıyor, dünyada ilk yaratılan meyve elma ve ilk hayvansa elma kurduymuş ”
“anne lütfen, hani tanrının bizden insanlara göstermemizi istediği merhamet!”
“kadını anlayamıyorum ki bi bakıyorsun tanrıyı, melekleri, şeytanı, ademi ve havvayı kutsal kitaplardan bile daha iyi anlatıyor bi bakıyorsun tanrıya küfürler ediyor valla bu çirkin cadalozun ölümü bir gün bu sözlerinden dolayı olacak!”

***
izin verir miydi onun ölmesine, ayrıca ilk kadın hiç de çirkin bir cadaloz değildi. insanlar onun buruşuk ve çirkin bir kadın olduğunu düşünebilirler, aslında sadece tanrının insanların zihninde onunla ilgili yarattığı aldatıcı bir siluetti. ilk kadın bu kadar yaşlı ve çirkin göründüğünü farketse ne derdi bilinmez ama Adem’in bir zamanlar ona karşı beslediği duyguların genlerini taşıyan torunları tarafından tek sevdiceğine tekrar yöneltilmesine izin veremezdi. Tanrı kıskançtı, çünkü bu duyguyu ilk o yarattı.

***
çocuk kadınla konuşmalarını bir ritüele döndürmeye çalışıyordu, bu yüzden yine aynı sorularla muhabbeti başlattı;

“senin niye ismin yok?”
“ dünyada isimleri aileler veriyor ve benim hiç ailem olmadı.”
“hep aynı cevap. Peki sen gerçekten ilk insan mısın?”
“hep aynı soru. evet öyleyim”
“annem senin kaçık olduğunu düşünüyor bence sen dünyanın en akıllı insanısın”
“teşekkür ederim, elmalı turta yer misin ? ”
“içinde kurt yok değil mi?”
“yaramaz seni”

ilk kadın bu adem tohumunu çok seviyordu. ona adem ve havva’dan ziyade bambaşka bir ruh hakimdi; sanki tanrı onunla özel ilgilenmişti; belki de kendisine gönderdiği bir arkadaştı çünkü büyük tufanlar, savaşlar, açlık ve hastalıklarla dolu binlerce yılda başına hiç bir şey gelmemişti ayrıca elma kurdu ona gönderilen dünyadaki ilk ve en yaşlı dostuydu- korunduğunun ve gözetildiğinin farkındaydı. Nedense aklına tanrıyla yaptıkları sohbetler geldi, son zamanlarda onunla ilgili sıkça düşünmeye başlamıştı, olanları tekrar tekrar adem'in torunlarına anlattıkça zamanla fark ettiği bir kaç ayrıntıyla karşılaşıyor ve ona karşı olan öfkesi azalıyor gibiydi. her ne kadar nefretini zinde tutmaya çalışsa da zihni gittikçe kininden arınıyordu ve düşünceleri daha makul bi hale giriyordu.

“tanrı nasıl birisi?”
“dünyada onun kadar muhteşem birini görmemişsindir.”
“peki karısı var mı?”
“cinsiyetini bilmiyorum, karısı ya da kocası diyebileceğim birisi yoktu.”
“nasıl yani, onun senin karşı cinsinden olduğunu anlamadın mı?”
“karşı cins mi? dünyadaki gibi belirgin olmuyor bazı şeyler, bilmiyorum”
“o bir erkek!”
“onu hiç görmeden buna nasıl karar verdin?”
“sana olan tutkusundan.”
"nasıl bu kadar eminsin?"
"sen bir kadınsan o da bir erkektir; sen bir erkek olsaydın ve bu anlattıklarından yola çıkarak onun kadın olduğunu söyleyecektim-yoksa sen kadın değil misin?"
“ elbette kadınım seni hınzır."
"eee haklı olmadığımdan nasıl emin olabiliyorsun?"
"beni aşkımdan uzaklaştıran, cennetten gitmeme neden olan birisinin bana tutkulu olduğunu düşünmek yanlış, hem tutkulu olsa bile cinsiyeti hakkında bilgi vermeye yetecek bir durum değil bu.”
“bence sen yanlış kişiye kızgınsın, büyük büyük büyük ve çok çok büyük dedem Adem seni hak ettiğin kadar sevmemiş, asıl yanlışı sana o yapmış.”
“saygısızlık etme lütfen!”
“tanrı bir erkek ve seni çok seviyor!”
“annen seni arıyor olmalı turtanı çabucak bitir ve git yarın yine konuşuruz” diyip çocuğu yanağından öptü. çocuğun saçmaladığı şeyler hoşuna gitmişti. Doğru olabilir miydi? Koskoca tanrı kendinden daha mükemmelini yaratabilecekken arsız, itaatsiz ve kinci bir kadını mı seviyordu? Öyle olmadığından emindi ama hiç bu açıdan düşünmemişti ve bunları düşünmek nedense kulağa hoş geliyordu.

ilk kadın içinde elma bahçeleri olan dünyanın en hoş görülü kentinde yaşamayı seçmişti. Bazen bir sinagog’da bazen bir cami’de bazen bir kilise’de ya da bir budist tapınağında kendini buluyor, her yerde tanrıyı arayan insanlarla karşılaşıyordu, onların sevgisini gözlemleyip kendisini test ediyordu “acaba ben de bu inanların yüce sevgisi kadar yüce bir nefreti hala içimde taşıyor muyum?” Gözlerini kapatıp tanrıya ilk defa soru sormuştu;

“ ben senden ne kadar nefret ediyorum?”

Tabii ki cevap yoktu hele böylesine ahmakça bir soruya... neden kendi kendine itiraf etmekten korkuyor ve kendi duygularını söylemek yerine söyletmeyi tercih ediyordu ki?

***
“Ahh güzel kadın dünyada insan oğluna bahşettiğim tüm duygulara sahip olmuşsun. sorun olan bunlara sahip olman değil; bazılarını hala terkedemeyişin”
***

çocuk yine spora gidiyorum bahanesiyle evden erken çıkmış isimsiz kadını ziyarete gitmişti.

“peki beni seviyorsa neden söylemiyor?”
“annem bana kutsal kitapta bazı şeyleri anlamak için gerekli olan irade ve düşünme yeteneğinin zaten bahşedildiğini tembellik yapmanın gereksiz olduğunu söylemişti”
“yani?”
“yani kendin keşfedecek yetidesin ama günah işliyorsun yedi ölümcül günahtan biri kibirdir.”
“ben o kitapları okumadım, okumadığım şeylerle itham edilmekten hoşlanmam.”
“kalbine bak ve ilk duyduğunu haykır, yüksek sesle, nerde olursan ol.”
“sen bu kadar bilgeliği benim anlattıklarımla mı edindin yoksa annenin ezberlettiği dualardan mı ? Ya da sen bi casus musun?”
“casus değilim senin ifadelerine göre ben de onun bir parçasıysam bazı şeyleri neden hissedemeyeyim ki?”
“elma yer misin?”
“lafı değiştirdin yine! tamam. elma kırmızı olsun.”

***

çocuk gittikten sonra “ilk kadın”, derin düşüncelere dalmış bir halde çok sevdiği elma bahçesinde gezintiye çıkmıştı, birden kafasına dalların birinden bir elma düştü ve kafasından seken elma temizlemek için üşendiği otların arasında kayboldu.

Yıllarca içinde tuttuğu sırlar, başına gelen haksızlık kendisiyle arkadaş olan ve yaşadıklarını paylaştığı çok özel küçük bir çocuk tarafından yeniden değerlendiriliyor ve oklar halinde adeta kalbini hedefleyip onu düşünmeye zorluyordu. Demek ki Hırsı ve kibri bir tarafa bırakıp açık ve adil bir şekilde düşünmenin vakti gelmişti.

“Havva sırf daha uysal diye benden daha üstün değildi. Evet kesinlikle daha üstün değildi. Adem, o yaratıldığında ikimizin arasında kalmış ve seçimini Havva’dan yana kullanmıştı. Burada tanrının suçu yoktu, kahretsin! Tabii ya! Tanrı kimsenin iradesine karışmıyordu yazdığı defterde buna benzer bi ifade vardı. “ ben herkesin efendisi, herkes kendi efendisi...” diye. tanrı onu etkilemedi sadece ona seçenek sundu! ve Adem sırf kendinden sonra yaratıldığı ve kendinden daha üstün olmadığı için üstelik beni sevmesine rağmen havva’yı tercih etmişti!

Hepsi sadece en önemli ve değerli olmak içindi, tabii ki de öyle, tanrı kibir duygusunu ilk kendisinde denemişken hırs duygusunu da ilk Adem'de denemişti. bu duygular bahşedildikten sonra iradeyi özgür bırakmıştı. ikimiz de irademizi yanlış yönde kullanmışız. Adem bana bense tanrıya yanlış yapmışım!"

onca çılgınca sözlerine rağmen şeytan, havva hatta adem bile kovulmuşken kendisi kovulmamıştı kendisi gitmişti! iyi ama Tanrı neden adem’e bu seçeneği sundu tanrı onu bu kadar değerli tutarken?”

Aklına birden şeytan’ın ona cennetteyken söylediği “ sen tüm güzelliklerin ve tüm çirkinliklerin nedenisin” sözü geldi.

“şimdi Anladım! Kesinlikle anladım! Her şey benim içindi...”

Ellerini gök yüzüne doğru açıp;

“anladım artık, lütfen konuşalım”

ses yoktu, belki de hiç olmayacaktı kurduğu hipotezler belki de büyük bir yanılgıydı ama bu yanılgının gerçek olmasını çok istiyordu onu özlediğini hissetti ve yine haykırdı;

“ sanırım... seni özlüyorum!”

Duygularını iletmek işine yaramıyordu belki ama içini dökmek iyi gelmişti.

“ bunca dünya yılı seni anlamamak için ısrar ettim gerçek duygularıma sırtımı döndüm, oldukça inatçı ve iradeliyim bilirsin çünkü beni sen yarattın.”

Başına düşen elmanın sayesinde mi oldu bilmiyordu ama sanki zihni berraklaşmış kalbi açılmıştı.

artık gök yüzüne değil toprağa doğru yüzünü dönüp ağaçların dibindeki otları temizlemeye başlamıştı bir yandan da konuşmaya devam ediyordu-artık duygularını hapsetmek niyetinde değildi.

“sadece çok öfkeliydim, aslında tam olarak adem’i kıskanmamıştım, havva’nın gelişi beni sinirlendirmişti çünkü tek kadın tek kraliçe olmak güzeldi.”

Biraz utanıyordu ama yine de açık konuşmak kendisine iyi geliyordu;

“bana sormadan projede değişiklik yaptın ve adem yüzünden beni projenin dışına ittin. Ben adem’i seviyordum ama seni de...”

Az önce otların arasında kaybolan elmayı gördü ve hayretler içinde kaldı; “ düşen bu elma, o da ne, bu elmanın rengi yok, tamamıyla saydam! “

Kadın bunca yıl sonra cennette en net hatırladığı şeyi kendi bahçesinde görünce şaşırdı- tınısı cennetten gelen birisine ait olduğunu anladığı bir ses ona;

“bana bir şeyler anlatıyordun, ya sonra?”

Tanrı insan siluetinde yanı başındaydı. Heyecanlandı, sevinçten ne yapacağını şaşırdı;

“sanırım...”

Tanrı kollarını birleştirmiş dikkatlice ona bakıyordu;

“Hala mı kibir?”
“yo hayır bu sefer her şey çok açık... ben yanılmışım, bazı şeyleri bastırdım, kendimce olması gerekenlerin doğru olduğuna inandım ”

Tanrı çok ama çok sevinçliydi, gözleri ışıldıyordu.

“tanrıya şükürler olsun o zaman”

Kadın şakacı tanrısına utanarak bakıyordu hala içinde tuttuğu şeyleri söylemek için yanıp tutuşuyordu;

“adem’e sahiptim, tek sahip olduğum oydu, diğerleri sana ne ne kadar bağlıysa o da bana o kadar bağlıydı, geriye kalan her şey senindi bu yüzden elimden alınması canımı acıttı ama ben hep sana aşıktım imkansız olduğunu bildiğim halde”

“bu şeyde benim de suçum var aslında. sana açık olamamam benim hatamdı. Şeytanı bilirsin hep imalı laflar eder ve bam teline dokunur. aslında her şeyi baştan yapacaktım seni yaratır yaratmaz sana aşık olmuştum yalnız bunu belli edemezdim- neden sonra baş melek sayesinde cesaretlendim ve bir takım planlar yaptım... sana sahip olmak için...”
“anladım, bugün ne çok şey anlıyorum böyle?”
“baş meleğin kafana attığı elma işe yaramış”
“ ben düştü zannetmiştim? çok acımasızsınız!”
" sen de öyleydin! daha fazla senin öfkenin geçmesini bekleyemezdim, neyse bunları konuşacak çok zamanımız var önümüzde"

Tanrı bu güzeller güzeli kadına doğru yaklaştı ve binlerce yıl ayrı kalmanın verdiği hasretle sarıldılar. o esnada kulağına ilk kadının ismini fısıldadı. kadın ismini beğenmiş olacak ki hem şaşkınlıkla hem de sevinerek ona çok içten bir şekilde bakıp;

“seni seviyorum” dedi. böylece nihayet beklenen kıyamet koptu ve herkes sonsuz huzura kavuştu...

***
not:bazı eklemeler ve düzenlemeler yapılmıştır.
not2: tüm hakları "ruya avcisi" adlı yazara aittir. izinsiz kullanılamaz.

türkiye de en çok kazandıran meslek

öğretmenliktir.

belli bi topluluğu zor kullanmadan ve zorlanmadan yönetmeyi, duyguları kontrolü, konuşurken her insanın gözlerine bakıp her insanın beyninden geçenleri anlayabilmeyi, anladıklarından dolayı şok olmamayı, ya da gevşememeyi, yerinde esprili şen şakrak yerinde çılgın yerinde tam bir zorba olmak gerektiğini öğreniyorsunuz. ayrıca bir sürü hayat, bir sürü hikaye öğrenip düz davranmamak gerektiğini yani ince düşünceli olmak gerektiğini öğreniyorsunuz ve çok ince davranmaya başlıyorsunuz. hayal kırıklığına uğramayacak kadar her şeyin olabileceğine ihtimal verip öngörülü olmayı, ayrıca her çeşit duygunun var olduğu topluluğa karşı daha açık görüşlü olmayı öğreniyorsunuz. kin tutmamayı öğreniyorsunuz çünkü başka bi zaman çok saçma sapan bi kişinin aslında öyle olmadığını keşfediyorsunuz ve insanlara bakış açınız sınırlı olmuyor.

ben mesleğimden çok şey kazanıyorum... para dışında.

neden evlenmedim

bir an önce kitap halinde raflarda görmeyi umduğum, peşi sıra "neden evlendim" adında bir kitapla seri halinde devam etmesini dilediğim bir experimental çalışmasıdır.

halk tv

çıplak gerçekleri görmenin mümkün olduğu kanal.

camide bira içen şerefsiz eylemciler

çirkefle çirkef olunmamalıydı.

ben bu yazıyı recep tayyip erdoğan a yazdım

bizi bırakıp nereye gittin başbakanım? %50... dedin, yığarsam alana... dedin gaza geldik yığıldık. ama sen yoksun, bizi meydana attın gittin. bi daha oy vermiycem sana. yazıklar olsun.

öğretmenin okulda siyaset yapması

görevini yapan öğretmendir. "öğretmen çocuğun rehberidir-okul hayatın ta kendisi olmalıdır" diyerek okulda eğitim kuramlarını sike sike beynimize sokup kpss de incir gibi bizi silkeleyenlerin itiraz etmemesi gerekir- bize çocukların dünyadan kopuk yaşamaları, mal olmaları için eğitim verilmedi. bahsi geçen yazıda da öğretmen günün değerlendirmesini yapmıştır. 80li yıllardan kalma konuşursan yanarsın faşist dayatmasına olan itimatları yüzünden üstlerine yapışmış kalmış konuşma korkusuyla, öğretmen siyaset yapıyooğğğ gibi gereksiz ithamlarda bulunanların ıq seviyelerini tahmin etmek istemiyorum artık.

ders saatleri avrupa standartlarına uygun olsun medeni standartlara yetişelim diye orta okul ve ilk okulda dersler 1 saat daha artırıldı. ama müfredata eklenen dersler ağırlıklı olarak kuran, peygamber hayatı vs. bilimle avrupa standartıyla alakası yok. çocuklar tam bi mal şekline girsin diye uğraşıyorlar. biz öğretmenlerinse görevlerine sadık kalarak müfredatmış, kuralmış demeden üstüne düşen vazifeyi yapması şart.

iyi yetişmiş dersini iyi öğrenmiş öğretmenleri olarak, biat eden koyun sürüleri gibi yetiştirmemiz istenen çocuklara sorgulamayı öğretmek olan bitene karşı farkındalık ve duyarlılık kazandırmak bizim görevimizdir. taksimde olan olay toplumsal bi olaydır siyasetle ilişkilendirip öğretmeni suçlu durumu düşürenlerinse canı cehenneme.

80li yıllardan sonra "sen karışma aman sen uzak dur" diye diye öyle pısırık öyle koyun bi nesil yetişmiş ki şuan bunun acısını çekiyoruz.

1 haziran 2013 ankara eyleminin bilançosu

vergilerimiz ensesi kalınların cebine gireceğine kaldırım taşlarına harcansın daha iyi, en azından paranın nereye gideceği belli.

kriz anında ülkesini terkeden başbakan

ilk fırtınada gemiyi terk eden kaptandır. deve kuşu misali kafayı kuma gömüyor, sonra bi bakıyor olay geçmiş-reyhanlı faciası unutuldu bile. ne yazık ki hiç bi deve kuşu tayyip gibi bu yöntemle belalardan kurtulamadı...

beşar esad

türkiye'den çok büyük bir kazık yemiştir.

özgür suriye ordusu

suriye'de huzursuzluk ve kaosun çıkmasına sebep olan güdümlü çetedir. öldürdükleri insanların kalplerini yemekle, kardeşlerini keserek öldürmekle övünürler.
bir kısmı ülkemizde mülteci adı altında beslenip silahlandırılıp suriye'de kardeşlerinin kanını dökmeleri için eğitilirler. ayrıca hataydaki patlamanın da sorumlusudurlar.

özgür suriye ordusu

hatay'da alevi vatandaşlarımızı "sıra size de gelecek" şeklinde tehdit eden terörist gruptur.